top of page

Oksijen

  • Yazarın fotoğrafı: İmre
    İmre
  • 6 Haz 2021
  • 2 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 Nis

“Berzahtan kurtuldum çıktım aradan On yedi yasında doğdum anadan,

Muhammed Hilmi Dede Babadan

Çok şükür hamdolsun geldim imkâna“

Edip Harabi

Varoluşsal filmler ayna bize. Bizi bize hatırlatan, düşündürten, ilme yolculuk ettiren, durup seyrimizi artıran, acziyetimizi ve muhteşemliğimizi yeniden hatırlatan. Film, Oksijen.


Yaşı sorulduğunda Edip Harabi’ye “17 yaşında doğdum idrakimin açıldığı yaştır” der. Doğum illa rahimden olmuyor, anlağımızın uyanması bir nevi doğum bir nevi cennetten kovuluş.


Liz de doğuyor bir kapsülün içinde ve bir başka kapsülün içinden. Doğduğunu bilmeden. Kendini bilmeden. Hatırlamadan. Kendini bilmez lakin doğduğu kriyojenik kapsülü bilir. Oksijen filmi kısacık süresine bir ömrü, bir varoluş sürecini sığdırıyor.


İnsan öylesine uyumlu bir yaratım ki farkında olmadan, dahi düşünmeden yaşadığı alana, sürece uyum gösteriyor. Temelinde yatan ise varlığını sürdürebilme güdüsü. En üst teknolojik evrede dahi en ilkel benliği devreye giriyor. Kaldı ki Dünya üzerinde ki yaşamlara baktığınzda en lüksünden en imkansız şartlara dek yaşamı tamamlamayı becerebiliyor insan, bu uyum ve yaşama güdüsü sebebiyle. Hangi ırk, coğrafyadan olursak olalım hepimize emanet edilen bir beden ve bir nefes var. Kontrolümüz dışında bu ikisini taşıyor ve bizden alınana dek bakmaya mecbur, mücadele ediyoruz.


Nefesinizi zorlayan bir doğum sahnesi ertesi, doğum öncesini hatırlama mücadelesi, kendini bilme, varlığına şahitlik etme süreci. Hak’tan kopup gelmiyor muyuz bu boyuta, bildiğimizi unutup gelip insan olma yolunda özümüzü bilmeye hatırlamaya çalışmıyor muyuz? Film metaforik olarak tüm yaşam mücadelemizi bir kapsülün içinde, gözümüzün önünde yaşatıyor.


İnsan nerede ve ne şartta olursa olsun yaşamaktan bir saniye vazgeçmiyor, pandorunun kutusundan çıkan tüm iyilikler cennete tüm kötülükler dünyaya saçılsa dahi açığa çıkan son şey umut, insanın son nefesine dek insanı bırakmıyor.


Kısılmış kıstırılmış hapsolmuş Liz zihnin sınırları aşıyor, kendini varoluş amacını hatırlamaya başlıyor ve nihai amacı için ona gerekli olan tek şeyi, oksijeni, nefesi elinde tutmaya çalışıyor sıkıştığı o küçücük kapsülde İnsanın Tanrılaşma zaafı ile yüzleştiği son anlarda bile (ki insan değil insansıdır aslında) insana özgü sürdürülebilir ırk kaygısı zirve yapıyor. Olmayanı yada olmuş olanı, doğmayanı yada ölmüş olanı seyrettiğinizi anladığınızda seyirlik daha da keyifli oluyor. ( Bu cümle aslında ciddi Spolier içeriyor ama kilit bu bilgiyi seyretmeyenler için açamıyorum )



Bir başka gezegene yola çıkmış bir uzay gemisidir aslında uyandığı yer Liz’in. Ve yanında götürdüğü tek şey nefesdir. Nefesidir. “O iki molekül yoksa yaşam yok. sadece bu, ötesi değil gerisi boş, anlamsız. ” diyor film.


İnsanoğlu gözünü uzaya diktiğinden beri aradığı şey yaşanabilir bir gezegen..

Sahip olduğumuz tek şey ( yada zan ettiğimiz) bize emanet edilen bir tek nefes.

Peki ademoğlu toprak mı arıyor, yeni bir Dünya mı arıyor….


yoksa aradığı özüne üflenen o tek nefesten bir tane daha bulabilmek mi?

oksijeni mi arıyoruz aslında? nefesin mi peşindeyiz?

Comments


bottom of page