top of page

Savaşçı

  • Yazarın fotoğrafı: İmre
    İmre
  • 1 Ağu 2023
  • 8 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 14 Nis



“Anlamlı çoşkulu bir yaşam için savaşçı olmak zorundasın.”
Doğan Cüceloğlu



Bir gemi girdiğinde Marmara’dan İstanbul limanına, içindeki Avrupalı yolcular büyülenirmiş bu kaotik görüntüden. Camiler, çarşılar, kokular ve insan kalabalığından başları döner bu oryantalist ve kozmopolit şehre hayran olurlarmış. Şu an tam da Haliç kıyısındaki bu çok eski ve salaş meyhanede seyrederken şehri benzer hislerdeyim. Yüzlerce yıldır değişmeyen liman gürültüsü, uğultusu, gemiler, vapurlar, balıkçılar, takalar, motorlar her birbirinden ayrı yükselen seslere karışan ezan sesleri, martı çığlıkları binlerce insanın hareketi. Çay bardağında süt beyaz rakım, dalıyorum şehrin sarı kızıl ışıklara boyanmış silüetine. Bayezid kulesinin zarafeti, Süleymaniye’nin gücü, Yeni caminin henüz restorasyondan çıkmışlığı ile saçtığı beyaz ışık, Ayasofya, Vilayet binası, Galata köprüsü ve telaş… Telaş hakim gözümün aldığı Haliçde ve eski şehrin en eski semtlerinde. Gönülsüz geldim bu akşam kalabalık ve hesapta dost meclisine. İki tek atalım samimiyetiyle başlayıp gece sonunda öfkeyle hayata saldıran, kendinden hayattan umutsuz insanlardan yoruldum. Cenderelerini kendi seçmiş ama çıkamayan bu insanların hayıflanmaları ve kendileriyle olan biteviye savaşları çekmiyor beni. Savaşçı ruhları yapıcılık değil yıkıcılık üzerine inşa olmuş. Hep şikayet, hep eleştiri. Sonrası kaldıkları yerden esir hayatlarına devam. Savaş dedim de çantamda bu ara Işığın Savaşçısının El Kitabı ile geziyorum. Dur bakayım en son okuduğum sayfa tam da biraz sonra buluşacağım arkadaşlara sesleniş gibi.


Ceylan gücünü, sağlam bacaklarından aldığını bilir. Martının gücü, balığı sektirmeden avlamasında yatar. Savaşçı, kaplanın sırtlandan korkmamasının nedeninin kendi gücünün farkında olmasından kaynaklandığını bilir.

Savaşçı, gerçekten güvenebileceği şeyi kurmaya bakar. Şu üç şeyin her zaman kendisiyle birlikte olmasına dikkat eder: İnanç, umut ve sevgi.”



Bu üç şeye sahipse, ilerlemekten korkmaz insan. İnançlarını umutlarını ve dahası sevgilerini kaybetti insanlar çevremde. Sadece çevremde mi… herkes umutsuzluk denizine bile isteye atlıyor gibi toplumda… ve benim kendi dünyamda huzurlu mutlu ve kendi çerçevemde yaşıyor olmam, kendimi bu dünyadan hissettirmiyor bazı ama çok da umurumda değil. Bu sonsuz mutsuz, umutsuz deryaya kaptırmıyorum kendimi. Yalnızlaşmanın tanımı ve karanlığı yada aydınlığı mı desem zaman zaman çelişiyorsa da içimde isimlendiremediğim bir dengede ve huzurdayım. Dik durmanın güveni, sevginin gücü, olana iman ile yürüyorum yolumu. Belki yalnız ama kendi içimde verimli kalabalığımla.


Erken geldim. Çünkü bu kaosu ve yüzyılların bitmeyen hareketini izlerken kendi iç sessizliğimi seyretmek beni çok gülümseten, keyiflendiren bir eylem son zamanlarda. Kalabalığın içinde ama izole gibiyim. 8 kişilik masanın henüz saltanatını sürmekteyim. Yalnız. Ve bir çay bardağında rakım. Buranın adeti böyledir. İlk gençliğimizden beri değişen, bardakların şekli oldu sadece. Eskiden bildiğimiz çay bardağıydı rakıya konaklık eden. Son yıllarda çay bardağı ölçü ve formunda, tabanlı minik bardaklar yaptılar. Şekli değişse de olay devam ediyor bardak rakı eşleşmesinde. Tenha henüz meyhane. Benim gibi eş dost bekleyip önden gelen keyifçiler ve bir kaç çift var masalarda. İki saate varmaz cümbüşe döner ortalık. Aylak aylak bakınan garsonları birazdan ara ki bulasın. İki de meze atayım önüme de masa dolunca gümbürtüye gelmeyeyim. Tedarikli olmanın ne sakıncası olabilir. Kitabıma gömüleyim iyisimi Müzeyyen Senar’ın Kimseye etmem Şikayet nihavend şarkısını dinlerken. Oysa ben hiç de şikayetçi olmayan sonsuz memnun bir şahsiyetim. Nuh nebiden kalan.


Pardon diyor “sandalyenizi biraz çekebilir misiniz? şöyle duvar tarafına geçeceğim.” Başımı kaldırıyorum karşımda bir ışık. Işıl ışıl bir hal. Üzerindeki beyaz gömlekten mi kumral saçlarından mı gülümseyişinden mi alamıyorum gözlerimi aptallaşıyorum baka kalıyorum. Kaç saniye sonra gülümseyişini bozmadan çekmeyecek misiniz diyor. Telaşla kalkıp yol veriyorum. Çaprazımda ki iki kişilik masaya oturuyor kuğu gibi. Buraya ait değil ışıltısının yanında bir o kadar da buranın insanı rahatlığında. Yerleşmesi, masaya çantasını koyması, saçlarını savurması, tanış olduğu belli olan garsonla konuşmadan anlaşması, masasına gelen rakıyı güvenle doldurup masaya taktak vurup tokuşturup bir lokma kavunla yudumlaması sanki an içinde gerçekleşiyor. Şaşırıyorum. Kaç kişi kaldık bu has rakı sofrası adetini bilen bu rum diyarında. Rum diyarının Roma ili olduğunu bilen ve yoksa şerefe denecek henüz sohbette, masayla şerefeleşen kaç kişi kaldık…..Günün ağırlığı o tek yudumla uçmuş gibi bedeni gevşiyor, manzaraya dalıyor. Ben zaten dalmış gitmişim kim bilir kaç dakikadır kendisine. Görüş alanımda olması huzursuz ediyor aslında. Gözetleyen haldeyim ve bana uymayan bir davranış biçimi ama gözümü alamıyorum. Kitap iki elimin arasında. Döner de beni görürse hemen gözlerimi sayfalara çevireceğim. Dönmüyor. Kimseyi görmüyor hatta. Dahası gözlerini de kapıyor derin ve yavaş nefeslerle. Yalnız olmayacak belli karşısındaki servis kaldırılmadı. Bunu fark etmemle içimi bir telaş ve salaksın sen nidası örtüyor. Nasıl yalnız olabilir ki.. dur belki de bir kadın arkadaşını vs bekliyordur. Böyle olmayacak.

Yerimi değiştiriyorum uzun masamızın ona yakın tarafına ve konuştuklarına kulak kabartacak yakınlığa geçiyorum. Kitabımı da masanın ucuna bırakıyorum. Sanki ne okuduğumu görsün arzusundayım. Ancak sırtım dönük olacak sağ çaprazımda kalıyor bakışlarımız ters istikamete odaklanıyor. Ama sağ kulağımla da onu duyabileceğim başımı çevirmedikçe de görmeyeceğim. Enerjisi kokusu ulaşıyor bedenime. Duyularım onun alanına girebilme ataklığında. Masa popülasyonumuz artıyor ve hatta sekizi de buluyoruz. Kendi harala gürelemiz ile dakikalar geçiyor gürültü hakim oluyor masama. Ama ucundayım masanın. Ayağa kalktığını fark ediyorum. Gelen bir adam, sarılıyorlar. Dostane sanki. Sevdiceğini öpmeden sarılmaz insan diye düşünmeden edemiyorum. Sevdiği olmasın istiyorum. Sanki bu adam değilse bile başka biri olmayacakmış gibi saflık işte. Parmaklarına dikkat etmediğim aklıma geliyor. Ama beni saran zaten havası duruşu enerjisi, suretinden öte. Benliğim onların masasına yapışıyor adeta. Kendi masamın ve ortamın izin verdiği oranda dinlemeye kitleniyorum. Kulağımı kesip masalarına koymuş gibiyim.


Bütünlüğü yitirmek

K : Odağını kaçırmışsın yine ne oldu?

A: Olan bir şey yok ya da ben ne olması gerektiğini bilmiyorum. Beklediğim ne? amacım ne? odağımdan öte hedefimi kaybettim ben bu ara. Bütünlüğümü yitirdim. Sen hayatımda kişisel bütünlüğünü en iyi yaşayan ve hissettiren insansın. Tanıdığım en güzel savaşçı kadınsın. Galiba seni özledim Dinlemeye ihtiyacım var.

K: ( gülüyor) Ne oldu da düştün peki. Aradığında sadece ofluyordun.

A: Bazen üst üste yaşanan sıkıntılar çok üstüme geliyor. Hayatın telaşından yoruldum. Sen de biliyorsun aslında gelgeç hallerim bunlar benim. Gün içi bile modumun ışık hızı ile değiştiğini hep sen söylersin. Hoş keza sen de bu ara çok yoğun, dertlisin ama güçlü ve yılmayan üstelik ışık saçanımız hep sensin. Ne zaman nefessiz kalsam bir telefonun yetiyor sen bizim herkese yeten ışığımızsın. Sönmene izin vermeyiz. Evetttt çok bencilim, benciliz ama seni çok seviyoruz. Evet hepimiz dokunduğun tüm ezik dünyalılar .. kahkaha atıyor. Bu adam mı? diyorum kendi kendime motivasyon isteyen? düştüm diyen. “kaldır hadi kadehini bak en sevdiğin lakerda sana bakıyor hala.” diyerek ağzını dolduruyor.

K: Bilmezmiyim. Ama mum dibine ışık vermiyor ve eriyor saçtığı ışıkla, diye devam etti kadın. Sesinde yarı neşe yarı sitemle. Benden medet ummaktan vazgeç dedi gülerek.

A: Sen asla sönemezsin hayatta tanıdığım en savaşçı en yolunu bilen kadınsın diye devam etti adam nerdeyse bardağının üçte birini içerek ve ağzına attığı saganaki peynire övgüler yağdırarak.

Masadan bana gelen sataşmalar odağımı masama çevirdi. Her zamanki ekonomik, siyasi serzenişler ve dahası mal mülk para edinimleri. Beni boğan ve hiç ilgilendirmeyen madde dünya dertleri. Biraz lafa karıştım, biraz atıştım masadakilerle. Güldüm güldürdüm ve hadi doldurun boşalan kadehleri de mırıldanın efkarlık nameleri diyerek sıvıştım. Derinden Münir Nureddin dökülüyordu masalara.

Kulağımı uzattım yeniden ışık saçana. Sazı eline almış ozan misali anlatıyordu karşısındakine. Adam da sevgi dolu ve düşünceli bakışlarla dinliyordu. Sevgili olmadıklarına emindim artık ama uzun yıllara dayanan bir tanışlıkları olduğu da belliydi. Belki kuzen belki çok eski arkadaştılar. Sırdaş oldukları ise kesindi.

K: Komple terk edemedin gitti şu sosyal hapishaneyi. Bir dönem konuyorsun içsel özgürlüğün kanatlarına sonra hop yeniden rollerin esirisin. Bırak allasen bu başkaları için ve başkalarıyla aynı yönde yüzmeyi hatta debelenmeyi. Kaçıncı bu. Anlamlı çoşkulu bir yaşam için savaşçı olmak zorundasın. Hayatın anlam arayışı endişeyle, vesvese yada kaygılarla bulunmuyor. İnanmakla güvenmek arasında kalıyorsun hep. Değişeğine dönüşeceğine inanıyor ama bir türlü kendi özdeğerine güvenemiyorsun. Unutma ki kendini bilme yolunda insan haddini bilmez ise kibire kapılır özdeğerini bilmez ise ucuza satılır. Kendimi bilme yolumda kayboluyorum diyorsun da niyetinin farkında mısın? Niyetinde bütünlük, farkındalık, tutarlı istek var mı? aslında evet niyetini koyuyorsun da işi her seferinde başa döndürüyorsun. Ne derler? ne yaparlar? Sana ne ne derlerse desinler. Beni farklı yada güçlü yapan hep bu oldu ki sen de şahitsin ömrüme. Kimseyi umursamadan evlendim Jung ho ile mesleğimle zıt işler yapıp peşinden koreye gittim. Kendimden vazgeçtim. Tutarsızlıktı aslında yaptığım. Kimseyi umursamazlık ile kendimi de umursamama farkını ağır öğrendim ben. Bir yanım değiş derken kendimden vazgeçmemeli, Jung ho’ya entegre etmemeliydim kendimi. Savaşçı olmak tam da bu anda devreye girdi. Kendimi bilmek için cesaretle ve yine kimse ne der demeden boşandım. O boşlukla evlendiğim Taner 2 aylık kızımızı toprağa vermenin acısını taşıyamadığından yok oluverdi hayatımdan. Ben hem evladını, hem sevdiğini kaybetmiş biri olarak dibe vurabilir hatta ölmeyi isteyebilirdim. Yok olmayı değil savaşan olmayı hayata tutunmayı tercih ettim. Kolay değil hayatını daim savaşçı olarak sürdürmek. Ama benim için başka yol olmadı hiç bir zaman. Kaybettiğim işler, paralar. Çeşit çeşit alakasız çalışmalar. Restaurantlarda aşçılıktan, lojistiğe, nü modelliğe yapmadığım iş kalmadı. Mesleğim hariç. El attığım her işi becerdikçe rahatlığımda bir o kadar arttı. Anlattırma bana tekrar işte.

A-Sen çok güçlüsün yaşadığın herşeyin altından güçle kalkıyorsun. Düştüğün yerden bir avuç toprakla kalkanlardansın.

K- Yapma. Sığınma buna. Kimse güçlü doğmuyor, hepimiz savunmasız ve kendimizden bir haber geliyor bu dünyaya, hem bedenen hem ruhen çıplak salınıveriyoruz deryaya. Nasıl ki kader dediğimiz bir seçim anının gücüdür. Güçlü olmak da seçimdir. Ya kendin için savaşır kendini kazanırsın veyahut vazgeçer kendini kaybedersin. Ben sadece yaşamayı ve kendim olmayı seçenlerdenim. Gücün kaynağı kendini adadığın adayacağın gelecek olmalı. Korkuya ve geçmişe takılan güçsüzdür, ümitsizdir. Benim de sana dediğim hep bu aşamadığın. Geçmiş bitti. Ne yaşadıysa yaşandı acılı, kayıplı. Ama hayat bir hediye ve dahası muhteşem nefesimizden sorumluyuz. Şükürden sorumluyuz ve geleceğe anlamlı bakarak hayattaki anlam arayışımıza yönelerek gerçek savaşçılardan oluruz. Kendi iç dünyamızın generali olmaz, elimizi taşın altına koymaz isek hüzünbaz, umutsuz akıntıya salmış gideriz. Akışta olmakla akıntıya kapılmak aynı şey değil biliyorsun.


Sorumluluk almak, sınırını bilmek

A- Ben galiba kendimi tanımaktan yada başaramamaktan korkuyorum. Aslında kaçıyorum galiba kendimden.

K- Sürüye dahil olmak nasıl güvenli geliyorsa insana, kendisiyle yüzleşmek de zor geliyor. Toplumun “ne derleri ve sus yerinde otur” baskısı da cabası. Oysa bu sorgulamadan rahatsızsan içinde ki savaşçı huzursuzdur. Savaşçı aslında sana seni anlatmak kendini bildirmek için huzursuzlanır. Bildiğimiz varlık dünyada kendini gerçekleştirme eylemini sorgusuzca yaşayanlar, insan dışındaki tüm canlılar. Kayısı sadece kayısı vermeye odaklanır. Yaşamının manası gelecekte vereceği kayısı meyvesidir. Geçen yıl böceklenmesi, dalının kırılması, soğuklardan çiçeklerini döküp meyve verememesi vs. bunlarda takılı kalmaz yine ve yeniden hayatının anlamı olan meyve vermeye, geleceğe odaklanır hep geleceğe. Ve asla ama asla başkası için değil kendi bütünlüğü için savaştadır o ağaç. Oysa biz hep başkalarının ve toplumun değer yargılarını kendimizin gibi alıp giyiyor sonra dar yada bol gelince nefes alamıyor ama üzerimizden yırtıp atamıyoruz. Yenmem gereken, aşmam gereken sadece benim. Sadece sensin. Ve sadece kendin için yapmalısın bunu ne olmuş yani Ozan seni kovduysa. Hala Şengül de Şengül. Kız gitti İtalya’da yaşıyor sen burada onu stalkluyorsun. Perde indiriyorsun gözüne. Yeni ve güzel kapıya odaklan. Kapat o “AMA” diye başlayacak ağzını…

Ağzı açık kalan adam ağzını kapadı ve koyverdi kahkahayı “AMA’ya tahammülün olmadığını unutuyorum. Tamam o kadar vahim değil durumum arada mehter temposuna yakalanıyorum hepsi o. Şengülü de sildim şimdi. Bu masaya bıraktım”

K- Bir şey ile daha yüzleyeceğim seni kusura bakma. Senin kendini tanımaktan kaçınma sebebin sorumluluk almak istemeyişin de olabilir. Yaşam sorumluluğu değil dediğim. Kararlarının ve kendini bilmenin getirdiği sorumluluk. Kendini bildin mi, bildiğinden sorumlusun ve niyetini hedefini koydun mu sorumluluk almışsın ve gerçekleştirmekle mükellefsin demektir. Bilmenin sorumluluğu sana ağır geliyor. Kendine hesap vermek zorundasın çünkü. O yüzden kaçıyorsun kendinden. Oysa kendini bilmenin, kendini gerçekleştirme yolculuğunun anahtarı olduğuna bir güvensen dikkat et inanmak demiyorum işte o zaman uçacaksın. Ne yalnız olmak, ne yıkmaya çalışan toplum, ne sendeki sana düşman ben algısı. Özgürleşmek an kadar yakın iken sen mapushane diye inliyorsun.

A- Tamam tamam dost acı yedirdi yine yaptın yapacağını. Konuyu sana çevireyim. Reddetmişsin yeni sanat galerisinin inşaa projesini.

K- Evet çünkü sınırlarımı biliyorum. Yapabileceğimin ve yapamayacaklarımın sınırı. Tahammüllerimi yada katlanmayacaklarımı. Evet diyorum kendime onlara hayır diyerek. Sandığın gibi kaçış değil. Hayır diyebilme özgürlüğüm. O projenin maddi getirisi evet çok iyiydi ama ya benden alacakları ben benden vazgeçmeden var olma yolundayım. Kararları ve niyetleri arasında kaybolmuş insan savaşçı değildir. Kendi değerini bilen sevgi ile niyetini hedefe döküp, kendi değerini yaşayandır savaşan. Kendi için savaşan. O projeyi yapardım yapmasına ama kendimi gerçekleştirmede beni benden soğuturdu. Seçim hakkımı kullandım anlayacağın. Kendimi seviyorum çünkü.


Cesur ışık savaşcıları

Gülüşmeler, sessizlik, düşünmeler. Konuşulan her şey sanki benden bana akıyordu. Ondan bana yağıyordu. Harikalar diyarında kaybolmuştum dinlerken. Anlattıkları ayrı yakalamıştı içimi, sesi dinginliği neşesi ayrı. Adam ayağa kalkarken, bize masaya ve bana ilişti gözü. Hayretle “aa işe bak masanın ucunda ışığının savaşçısının el kitabı var komplo mu kurdun bana” derken, gülerek bana ve kitaba bakıyordu. Salise içinde dahil olabileceğim bir konu olmasından mutlu, elime kitabı alıp “kitaptan mı bahsediyordunuz” dedim. Sesime dönen ışık saçan bal rengi saçlı kadının gözleri, gözlerime bu kez alevle çarptı. “Kitaptan değil savaşçılardan bahsediyorduk belli ki sizde o kadrodansınız” diyerek başka bir masaya el ederek seğirtti Adam. Severmisiniz Coelho dedim gözleri bende takılan kadına dönüp. Çok severim demesi kapıları açmama yetti. Sandalyesini hafifçe bana döndüren güneş yüzlüyle, Paulo ve kitapları üzerine konuşmaya başladığımda sanki ikimizden başka kimsenin olmadığı başka bir boyuta taşınmıştık. Ne zaman kaldı ne mekan. Ne kadar geçti bilmiyorum.

Adamın gelmesi ve kalkabiliriz demesi ile bölünen iç dünyam; “ayağa kalkıp yol almak için, cesaret ile kol kola olunmalı dediniz sanırım. bir az önce konuştuklarınıza misafir olmuştum isminizi bağışlar mısınız?” deme cesaretini göstertti.


Güldü. Durdu. Elini uzattı. Nursima dedi. Ve Siz de Akay olmalısınız

Kommentare


bottom of page