Dünya Dışında
- İmre
- 5 Oca 2022
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 7 Nis
“Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik,
fakat bu arada çok basit bir sanatı unuttuk. İnsan gibi yaşamak.”
Martin Luther King
Pazartesi. Sabah 05.30 uyanıyor gergin bedenler istemsizce ve isteksizce. Pazartesi çünkü. Ağaçsız uzanan bina yığınlı sokaklardan oluşan ruhsuz, kesişik mahallelerden ilk sesler yükselmeye başlıyor. Bir marj, bir motor sesi, bir kanat çırpışı, havlayan sokak köpekleri, belediye otobüsünün tıslayan amortisörü. Birazdan yükselecek ezan sesleri. Binaların arasında sıkışık, ezan yarışındaki okuldan fazla, çarpık camiler. Bu dünya dışında olanların duymadığı, beş vakit sesleniş, serzeniş. Rutinleşmiş, işitilmeyen kanıksanmış ezanlar. Dünya üzerinde ama dünya dışında bir algı.
Gece çirkinlikleri örter der kimisi. Bu ara bana gece çirkinlikleri temizliyor ve sabaha yepyeni dupduru bir gün hazırlıyor gibi geliyor. Sabah, tan ağırırken o serin, temiz, duru hava. Temizlendim arındım der gibi. Yeni kirlere yeni çirkinliklere hazırım der gibi. Gecenin rüzgarı durur o yeni gün öncesinde. Hayvanların av hareketi azalmaya, ışık delmeye usuldan başlar göğü. Ama en sihirlisi o duru havadır işte. İşte o serin duru an, sanki tüm küngeleri süpürmüş giden geceye vedadır. Veda ve merhaba. Kirletileceğini hoyratça harcanacağını bile bile gün ayar, dünya dışından olan insansılara.
Pazartesi veya tüm ertesinlerinde, bilmem kaç katlı apartmanın bilmem kaçıncı katından ayakkabıları ile iner. Doğal olarak. Asfalta, betona, taşa basarak ilerler ve sacdan çelikten imal, herhangi bir enerji ile çalışan, herhangi bir araca binerek çalışma mekanına yola çıkar. Kauçuk tekerler, başka bir petrol türevi asfalt ile sevişe söyleşe hedefe ulaştırır. Sonra yine kim bilir hangi beton, çelik, cam karışımı han, plaza, site, bina, apartman ve çeşitlerine kapağı atar. Hava ayaz, yağmurlu yada kavurucu sıcak sabahtan ortalığa yerleşmişse bile korunaklı evinden korunaklı işine varır insan. Doğal olarak. Aynı ayakkabılar yine bilmem kaç katlı Dünya üstü, rakım bilmem kaçta adımlar günü. Aynı yolla da ev denilen kutu barınağına geri döner. Kirlettiği günün tüm yükünü sırtına alarak.
İnsan. “Kainatı insan için, insanı kendim için yarattım” diyen yaratıcıya inat, insan sadece kendi yarattığı modern yaşam dediği kopuk hayat için yaşar. Dünyada, dünyada olduğunu bilmeden, dünya dışında yaşar. Ayağı değmez toprağa, Dünyaya dokunmaz. Dünya denilen yerküre ile arasına devamlı mesafe koyarak, devamlı yükseklik koyar. Ve dünyaya değmeden gerçekten! değmeden dünyaya paralel yaşar. Buna da yaşamak der.
Sadece tüketen insan
Muhteşem bir ekosisteme nebat ve hayvanat dünyasına son gelen insan, geldiği yeri bilmemenin nankörlüğü, açgözlülüğü ve hadsizliği ile bir de yüksünmeden dünyadan kopuk, gezegenle alakasız bir düzensizlik inşa eder. Hem de kendisi için yaratılan muhteşem yerküreyi yok ederek. Bindiği dalı keserek. Aldığı nefesi sonsuz, içtiği suyu sınırsız zan ederek.
Ne yazık insan dünyada sadece zan perdesinde yaşar. Yaşadığını sanır. Nefesi kaynağının o dokunmadığı dünya olduğunu bilmeden savurur. Suyun sınırsızlığı ancak dünya ile uyumda kalırsa mümkün olabilcekken umursamaz. Dünya dışı yaşama esir, tek amacı daha da kaçmak dahada uzaklaşmak dünyadan. Kırsal şehre, şehir metropele, metropol marsa gitmek peşine düşer.
Muşun neredeyse 9 ay kar kaplı bir köyünden henüz 13 ünde bir delikanlı “şehire tavuk, keçi, inek, eşek, toy kuşu, kızıl şahin hatta kar göremeyecek dokunamayacak isem neden gidiyoruz” diye ağlıyordu. “Kedi köpek her yerde var ne yapayım onu toprakta yuvarlanmayacaksam” .. Ağlıyordu çünkü dünyalıydı o yavrum. Bu dijital çağın dokunamadığı, dünya dışına taşıyamadığı candı o yavrum. Dünyalı ağlar. Dünyaya şahit olan, ayağıyla denize kuma toprağa basan, eliyle ağacı çiçeği kayayı okşayan, rüzgarı saçında hisseden, domatesin, ıspanağın tadını tüm dil hücrelerinde kaydıran, karatavuğu, kırlangıcı duyan, yeşilin sayısız tonunu ayırt edebilmek için bakan ve tüm bunları içinin parçasıymışcasına hissedebilen dünyalı. işte o dünyalı dünya dışına çıkarılışına ağlar isyan eder. Konforun ve teknolojinin uyuşturduğu insanlığa evrilen insan… sömüren, her nimeti sonsuzmuşcasına tüketen açgözlü, bencil insan.
Dünya dışında yaşar ama dünyayı kendisinin mülkü sanır. Ölmeyecekmişcesine tüketip, tükenmeyecekmişcesine tüketir, tüketir. Bedeninin bir gün tam da bu dünya gezegeninin içine gömülüp, dünyanın gerçek sahipleri tarafından öğütüleceğini bilmeden, dünya dışı yaşamını hoyratça tüketir.
Gecenin bilmem kaçında bedenini çürüyenleri yiyip, ruhunu kirletenleri dinleyip, zihnini çürütenleri izleyip, beynini uyuşturanlara bakıp tüm kirletilmişlikleri ve kirlettikleri ile uykunun mağarasına atar kendini.
İnsan olduğunu unutmuş canlıyı alır koynuna uyku, insanlığını hatırlatma umuduyla. Ertesi sabahın 5,30 una dek.



Yorumlar