top of page

Yaşlılık

  • Yazarın fotoğrafı: İmre
    İmre
  • 6 Nis
  • 6 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 14 Nis




 


" Gençlik bilgeliği öğrenme, yaşlılık da uygulama dönemidir."

Jean Jacgues Rousseau


Orson Welles’in "I Know What It Is To Be Young" şarkısı çıktığında 14 yaşında idim sözleri mi melodisi mi beni çok etkilemiş içime işlemişti. O sözler "ben gençliğin ne olduğunu biliyorum siz yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorsunuz" o ses, o koro. Hepsi birden sanki bana sesleniyordu. Nasıl oluyorsa henüz ergen sayılan bana :)


16 yaşımda doğanın döngüsel işlediği fark etmiştim. Zamansal değil döngüseldi akış. Zaman insanlar için doğa ise döngüde. Yapraklar açar, çiçeklenir, meyvelenir, dökülür öleyazar tekrar canlanırdı. Tekrar ve tekrar. İlk gençlikte bu döngü daha çok yeniden ve yeniden umutlanmak vazgeçmemek işaretiydi. Hayatın yaşama amaçları, barınma çoğalma güdüleri, ardından yüklenen sorumluluklar ya da aldığımız sorumluluklar bizi bizden özden kopardı. Döngüden koptum zamana esir oldum. Hep o kaçtı ben kovaladım. Günleri, ayları, yılları. Çocukların işin evin temposu hep yetişilecek hep zamanla kodlanacak eylemler oldu. Takvimim hep dolu hep önden koşturdu. Sonra pandemi oldu. Oldu da o da pek uğramadı bana. Herkesin aksine daha çok iş yapıldı evde oturulmadı. Şanslıysak başımıza gelen olumsuzluklar bizi özümüze dönme yoluna iter denir ya aslında 17 ve 27 yaşlarımda aldığım darbeler bana bunu anlatmaya çalışmış ben anlamamıştım. Neyse ki Allahın sevdiği kullarındanmışım ki 37 imde bir darbe daha geldi. Okkalı. Tam oturttu. Zamanı kovalayan bana zaman sende değil bende ve dur dedi.


İşaretleri okuyup soluklanıp durma, seyretme, anlama yolculuğuna soyundum. Girdapta yok olmamayı başardım. Ama sonra bir gün bir baktık yaş 50 yi geçmiş. Ve orası derin bir eşikmiş. Ya eşiğin içine düşüp kaybolmak var ya da uzun bir adımla eşiği geçmek. Toprak-lanmak da işin içine girince çok şükür yeniden doğanın döngüsüne kapıldım. Zamanı terk etme eğilimine girdim.


Ömrüm boyunca olduğum kâğıt yaşımdan genç gözüktüm. Belki genetik miras, belki tüm ömrü üç aşağı beş yukarı aynı kiloda geçirmek, belki yaşam enerjisi, belki hal tavır giyim kuşam. Sebep ne idiyse de ilk gençlik yıllarımda bankada her iş için ki o zamanlar her gün birkaç saatimiz bankada geçerdi iş gereği kimlik göstermek zorunda olurdum. 50 ye 1 kala elimde mamografi kâğıdı ile radyoloji kapısında, hemşireyi kimliğimi göstermek suretiyle cihaza girmeye ikna edebilmiştim. 40 yaşı almıyoruz isyanı ile cebelleşmiştim.


Sonra 50 geldi. 50'nin bir eşik bir sınır olduğu insanı sarsan bir yüzleşme imiş. Ufak ufak başlayan kırışıklıklar daha geniş yüzeylere yayıldı. Boyun çizgileri hızla arttı. Deri her yerde su koymaya başladı. Eskime önce dışarıdan başladı. Yerçekimi hava ve beslenme koşulları hareket alışkanlıkları belki ufak tefek farklılıklara sebep olsa da süreç aynı ilerliyor. Birden gözünüz yaşıtınız kadın ve erkelere daha fenası yaşıt ekran önü siluetlere takılıyor. Boyunların kıvrım artışı hepimize eşit davranıyor. Irk dil din şöhret ayrımı yapmıyor yer çekimi. Algıda seçicilik ile gözler insanların derilerini tarıyor :) Boyunlardan ellere bacaklara kayıyor gözlerim. Dizimin üzerindeki deri de yere doğru iniş eğiliminde. Birden aynada yıpranan yüzüme sarkan çene yanı yanaklarıma takılıyor gözlerim. Normal üzerinde su tüketen biri olmama rağmen derimin her yanı kuruluk sinyalleri veriyor. Menopozu ne düşündüm ne irdeledim. Sağlık olarak da çok kendini dinleyen bir yapım yok ancak 23 yaşından beri bitmek tükenmeyen bilmeyen ortopedi ağrıları ile barışık yaşadım onlarda gençlikten beri olduğundan üzerine eklenenler çok da sarsmıyordu. Jinekolojik sağlığımda hiç sıkıntı çıkaramamıştı üstelik. Menopoz pat diye geldi 53 üm dolamadan. Daha doğrusu pat diye gitti doğurma yetisi. Oralı olmadım başka bir münasebetimiz de olmadı bu sürecin kendisiyle.  Değişimin dışarıdan vuruşu daha vurucu yalan yok. Yakını görememek gözlüğe başlamak da 10 sene öncesi pek koymamıştı inatla yakın gözlüğü takmak istemeyenleri görünce anladım. Onlar da oradan vuruluyordu. Çocukluktan beri gözlük takınca yaşlılık görmezliğini kabullenmek daha kabul oluyor galiba.


 Derinin gerginliği derinin canlılığı geri gelmiyor. Bir yığın para tuzağı kozmetik de aslında işe yaramıyor kaçınılmazı geciktirdiği yok.  Anlık günlük haftalık belki iyi geliyor ama etkisi geçince belki eskisinden kötü hale geliyor cilt. Kim yenebilmiş ki yaşlılığı ölümü. Günümüz insanı geçmişin insanından beter Tanrı rolünde, ölümsüzlük gençlik peşinde.  Gençlik güzel şey. Diri canlı güzel. Deri işin en kolay yanı aslında. En kabullenilebilir yanı. Öncesi saçlar beyazlıyor dökülüyor. O da erkelerin zor yüzleştiği değişim diyeceğim ama beyazlarla kadınlar daha kolay başa çıkmış. Asıl sıkıntı artık su koyvermeye başlayan derinin altında görmediğimiz organlar eklemler. İskelet sistemi her yandan sinyal veriyor.


Fıtıklar ki bir elin parmağına ulaştım. Onlarla barış içinde yaşamaya huylarına gitmeye çalışıyorum. Labrum yırtıklarım var nur topu gibi büyüyünce protez olacaklar. Ha keza dizimde doğuştan gelen condromalazi patella var ki o da gelecekte protez randevusu kovalıyor olacak belki. Karpal tünel geldi mesala ekstra olarak. Asıl Eklem rahatsızlığı baş gösterdi  ki   adını çok duymuş bana uğramaz sanmıştım. Halk adı romatizma havalı ismi romataid artrit. İmmün sistemimin kendine saldırdığını ve pek çok eklemimin iltihaplandığı gerçeği ile yüzleştiğimde zaten geçirdiğim ortopedik ameliyatların sayısı 10 u geçmişti.


Eklemler tendonlar iltihap kaplanıyor. Hareket kısıtlığı can sıkıcı ağrılar, kasılmalar. Eşte dostta tansiyon ilaçları, kalp stentleri, kanserler. Fıtık desen herkesin bonusu. Hepimizin çantası masası dolabı takviye edici ilaçlarlar dolmaya başladı. Ortak yeni terminolojiler geliştirdik. Bir de ani ölümler. Üç beş senede bir duyduğumuz ölüm haberlerinin ayda bire inmesi. Diyorsun ki çoğu gitti azı kaldı. Yokuş aşağı iniş başladı her an ölebilirim gerçekliğini artık cebinde taşıma vakti. Kaç yazım kaç kışım olabilir ki keyifle geçireceğim. İniş başladı. Hakka dönüş her an geldi geliyor.

                                         

Bu yerçekimin gücüne eşit miktarda esir olduğumuz için sancılı oluyor ama tüm buruşuklar günün sonunda kabul görüyor. Yaşlanan hastalanan organlara da yapacak az şey var. Sağlıklı beslenme, eksiklikleri tamamlama, hareket, huzur, meditasyon inanç vs. Belki ömrü uzatır ya da uzatmaz ama kaliteli yapacağı aşikar. Çaba da kalan ömrü daha kaliteli geçirmek.


Benim kabullenmekte zorlandığım ise bedenimiz inişe geçtikçe zihniminiz bilgeleşmesi. Ruhumuzun yükselmesi, aklımızın durgunlaşması, nefsimizin dinginleşmesi. Neden insan yaşlandıkça yapabilirliğinin gücü artarken bedeni yetişemez, yetemez olur insana. En acı olan bu.  Dünyaya, insanlara dokunabilecek bilgi tecrübe artar her yere yetişme yetebilme becerisinde olurken, bedeninin yetemez oluşu zorluyor insanı. Ha hoş tüm bu süreçleri nasıl olduğunu bilemediğim kolaylıkla kabullenen bir kesim var. Her şeyden elini ayağını çekip, sadece kahvelerde evlerde sohbet futbol magazin dizi siyaset sarmalında yaşlılığın bitmesini bekleyen arada torun vs. bakan ölüme davetiye ellerinde gezen kitle. Bana çok uzak ve anlayamadığım hayatlar. Düşünmekten, sevmekten, üretmekten, vazgeçen kitle.


Oysa benim içime yeni ateş harlamış gibi. O kadar çok yapmak istediğim, kotarmak istediğim iş var ki. Demiş ya kadın "ömrümden uzun hayallerim" var. Kimimiz için hayat böyle. Hayallerimize ömür yetmiyor. Hayat kısa geliyor. Bir ömre çok hayat sığdırmak isteyen kıpraşık ruhlardanım. Yeniden meslek edinsem, yeni işler yapsam, yeni yeni bir sürü şey öğrenebilsem. Benim hayalim çoğunluk gibi çocuklarım evlensin torunlarım olsun evde bulmaca çözeyim hiç olmadı ki. Daha ne üretebilir, daha kime dokunabilirim daha ne öğrenebilirim telaşındayım. Ve bu telaşa inat bedenim her bir yandan sinyal vermesi başka bir mücadele. Son bilek ameliyatım ile ortaya çıkan sıkıntıları önce ameliyat ertesi sıkıntılar sanmıştım sonra ellerim ayaklarım işte biraz evvel bahsettiğim immün sisteme bağlı eklem iltihapları… Hayat neden yeniden dur diyor bana bilmiyorum. Bu ters denklem içinde, içim göğe dışım yere yaklaşırken birbirleri ile olan uyumsuzlukları arasında kayboluyorum. İçimi nasıl yavaşlatacağımı bilemiyorum ve insan hayatının bu ters işleyişine aklım almıyor.


Sadece ruhum koşmuyor bedenim de durmak istemiyor. Ama işte her cepheden sarıldım. Ayaklar dizler bel boyun kalça el dirsek.. Her yanım isyanda mı yoksa? çok mu harap ettim yıllar içinde bu emanet bedeni. Çok mu hoyrattım ruhuma da ruhumdan bedenime düştü sancılar hastalık olarak ayağa kalktı sorunlar.


Biliyorum aslında tüm fiziksel sıkıntılarımın ardında ki psikolojik nedenleri. Kimini iyileştirebildim ya da en azından ilerlemesini önleyebildim. Kök sebebi bilince kendimle barış imzalayabildim. Ancak son sıkıntının kaynağını çözmek çok zorluyor. Radikal çözümler için uğraşırken hayallerimden ödün vermem gerekiyor.


Neden hayallerim ömrümün ötesinde. Vaktinde yanlış hayat çizdiğimizden mi? Yanlış iş yanlış eş seçimlerimizden mi?

15 yaşımda yazdığım günlüğü buldum. Mimar olmak istediğimi kitap yazmak hayalimi yazmışım pembe kağıtlı deftere. Sonra rota değişmiş nedenleri bende saklı. İnsanın ne olmak istediği neye yatkın yada meraklı olduğu yaş ilerledikçe ortaya çıkıyor bazılarımız için. Kimimiz çok şanslı oluyor hem ne istediğini biliyor hem de istediğini yapabileceğini besleyen ortamda yaşamı sürüyor. Benim tek şansım sadece okuduğum mesleği yapabilmekti belki çok keyif almasam da. Dünyada okuduğu mesleği yapmayan yapamayan yüz milyonlar var oysa.


Ömür daha mı uzun olsaydı. Benim yeniden okumak istediğim meslekler çalışmak üretmek istediğim alanlar var? ve hiç birini yapamadan ölecek miyim? bitecek mi? hayat. Ne acı. Tek bir hayatımız var ve yanlış yaşıyoruz çoğumuz. Sonra bu yaşta o pişmanlıklarla savaşıp olana razı olmak için mücadele ediyoruz. Olacak olan mı oluyor? olacağı biz mi yaratıyoruz. Yapılamayan yaşanamayan her şey acı veriyor. Genç iken bütçen yetmez, ebeveynin izin vermez, toplumda kabul göremez olanlar bugün gayet ulaşılabilir. Bu kez bedenin izin vermiyor işte.

Sistem senin kalan ömrünü zihinsel aktivitelere yöneltiyor.

Gençler gerçekten anlamıyor o kadar büyük yanılgıyla yaşıyorlar ki yaşlısın damgası ile sana duvarlar örüyorlar. Halbuki yaşlanan beden sadece. Ruhum hala 17. Bu neden bu kadar yargılanası. Neden kabul edilemiyor. Bedenin şişman, kırışık, sarkmış ise atlayamaz sıçrayamaz giyinemez yeni şeyler deneyimleyemez ve öğrenemez misin? Aslında haksızlık ediyorum. Benim her yanım benim yaşam enerjimden beslenen gençlerle çevrili. En yakın arkadaşlarımla aramda en az on yaş var. Yargılayan daha çok yaşdaşlar galiba. Düşen yaşam isteksizliklerine herkesi çekmek istiyorlar.


Ya yeni şeyler öğrenmeye duyulan merağa vurulan yargılar. Bu yaştan sonra bilip ne edicen? öğrensen ne işine yarayacak? Yaş sınırı mı var bilmeye, açlığın doyumsuzluğu için. Nedir bu insanın 50 sinden sonra sadece torun gazete kahve üçlüsüne sıkıştırılmak istenmesi.


Kabul görmen için yaşı göstermemek gerekiyor. Kufi dersi alacaksan, motosiklet ehliyeti istiyorsan, ney üfleyecek ya da ebruya başlayacaksan, italyanca kursuna yazıldıysan ... etraftan hep bi "ne gerek var" nidası. Toplum kendine benzemeyeni kusma eğiliminde. Yaşını göstermeli, oturmalısın oturduğun yerde. Hep iteleme, hep öteleme gördüğünle bildiğinle merakınla dahası yaşam arzunla sınanıyorsun. Olma, bilme, yapma, deneme sadece yaşlan ve sus. Ahlan, ofla pufla. Puf böreği yap irmik kavur. bu mu?


Ömrümü boşa mı geçirdim? ne istedim? ne oldum? ben kimdim? ben kimim? varoluş bocalamaları yetmezmiş gibi bir de yaşlanan bedeninin dışavurumu ile uğraş. Yaşlanan bedenin aksine genç kalmakta direnen ruhunu dizginle. Kabul et kabul ettirt.


Yaşamak ile yaşlanmak arasında arasında pinpon topu misali sekiyor insan, yere düşüp boyut değiştirene dek.

 
 
 

Comments


bottom of page